30 Mayıs 2010 Pazar

Hayat sokaklardadır


Diğerlerine katılmak için, kendi merkezliliklerimizden dışarı uzanma gereksinimlerimiz var.

Peki, bu tehlikeli çıkış, çok uzağa giderse, kendi merkezlenmişliğimizi, kimliğimizi yitirmez miyiz?

Günümüzün dışa yönelimli dünyasında, benliğimizin diğerlerine katılımı ve diğerleriyle özdeşleşmesi durumunun içinde, varlığımız ,iyice boşalana kadar dağılıp yok oluyor.

Haydi sokaklara!

23 Mayıs 2010 Pazar

Kör



Yağmur memelerimin arasından bedenimin her yerine yayılmadan, bir yerlere girmeliydim. Ayakkabımın topuğu kırıldı, elime aldım, hemen yanımdaki kapıdan içeri girdim. Duman.


İçeri girer girmez biriyle gözgöze geldim, kafamı çevirdim,oturacak bir yer arandım, duman.



Gözüyle konuşur gibi elini gözüne kaldırarak;



- Ey göz! bak, iyi bak bakalım şimdi kimin tuzağına düştün ! dedi.



Öylece bakıştık.



- Sihirbaz gözleriniz beni esiriniz etti, ne olur affedin ! dedi.



Böyle boktan bir yerde duyulmayan türden cümlelerdi bunlar.



Bir an ağzımı açmaya yeltensem de, içinden kaçabilecek alamsız kelimelerden ürküp, sustum. Bayağı bir gülümsemeyle masasına oturdum.



Uzun, kıvrık sakallarından boynunu göremedim, ama gözleri en az benim kadar yaşlı olabileceğini söylüyordu.



Gözleri...



O gözlerin içinde bir ömür kaybolabilirdim.



Bunu hemen söyleyiverdim. Ah şu şapşal ağzım !



Yüzündeki tüm kaslarıyla güldü.



Ağzımın böylesine mutlu olacağım bir şeye sebep olacağını düşünememiştim !



Konuştuk. Sadece o'nu görüyor ve duyuyordum.



Ne iş yaptığımı soracak diye çok korktum. Kendimi bir kadın, bir insan gibi hissettim onun yanında-onun sözlerinin pamuktan yatağında- belki de bu yüzden, o sormadan söyledim, orospu olduğumu.



Her şeyi güzel gösteren o gözlere birden bembeyaz perdeler indi.



Rakısını fondipledi. Kulakları, yanakları kızardı. Bir duble daha içti. Bir duble daha, ben de içtim, konuşmadan.



O bir şeyler söyleyene kadar bende susmayı seçtim, rakılar geldi, gitti, akrep kovaladı yelkovan kaçtı. Gözgöze gelmemeye çalıştı, ben de onun haricinde bir şeyler görmeye ,duymaya başladım. Mekan yavaş yavaş üzerime üzerime çökmeye başlamıştı. Bu durumu o ortadan kaldıracaktı, inanıyordum korkudan yok olmak üzere giden yüreğimle ve o saatlerdir kadehine bakan kafa kalktı.




Gözlerindeki katarakt, şakacı bir bulut gibi kayboluverdi, orada tekrardan bir gösteri başlayacağı kesindi.



Utangaç bir ses tonuyla;



- Seni unutmaya bir ömür yetmez, ben de bunu denemeyeceğim bile ! deyip, terli avucunu yanağıma koydu. Vücudunun sıcaklığını yanağımdan göğsüme doğru dolandırdım, kutsal bir gezintiydi.



Ağlamaya başladım, ağzımdan bir sürü anlamsız laf çıktı.



Beni sakinleştirmek için ayağa kalktı, yanıma geldi, kafamı göğsüne dayadım.



Orasında huzurlu bir uykuya gidecekken, kollarımdan kaldırdı;



-Sakinleşmeliyiz, dedi.



Mekanı terk ettik.






İkimizde yorulmuştuk. Bu kadar uzun bir yolu, bu kadar kısa bir sürede almamız, belli ki onu bile dağıtmıştı.



Uzun sessizliklere ihtiyacımız olduğunu söyledi.






Ben artık onun olmuştum, her söylediğine hayretle inanıyor, şaşırıyor, heyecanlanıyordum.


Her orospu'nun yeni bir hayat özlemi vardır, bütün o izlediğimiz filmlerdeki gibi. Benim filmim de mutlu sonla bitecek mi?

İçime gidip gelen terli göğüs kıllarından başka birşey görmeyen gözlerim, yeniden hayatı görebilecek mi?











17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ürkek

Oğlan ve kız ilk defa bu kadar uçmuşlardı.

Kız ortamdan ürkmüş, üşümüş burnunu oğlanın yanan kafasının şakağına dayamış, alemi seyrediyordu.

Gözleri birbirlerinin aynısını görüyor, daha önceden öğrendiklerini görüyorlardı.

Bıktılar.

Kendilerinden,hayatlarından.

Ellerini çektiler birbirlerinin ellerinden, gözlerine bakmadan sırtları boyuna yürüdüler.

Kız, burnunda çocuğun yanan kafasının sıcaklığını kaybetmeden başka bir yanan kafa aramak üzere savruldu.

Oğlan, kızın gözlerini aramak üzere denize doğru yürüdü.

Olanları görenler, sevmemeye yemin ettiler.