22 Şubat 2010 Pazartesi

Enke

Bedenlerinin üçte ikisi görünmeyen garsonların dolaştığı boşlukta içerdik hep rakımızı onunla.
Göz boşluklarından turşu suyu akan arkadaşlarımızla kadeh kadeh uçardık çılgınlıklara.
Her seferinde ölmüş kedilere bir dokuz yaşam daha verirdik, iyiliğimizden.
Garsonları boyardık, daha fazla görülebilmeleri için, belki hayatlarına bir seven katma olasılığı için.
Konuşmaktan vazgeçenlere saatlerce sevdamızı anlatırdık, nasıl ölmeden onların yanına gelebildiğimizi anlamaları için, ama inanmazlardı bize, intihar eden kaleci hariç. O, ikimizi birbirimize sarmalayıp, bıçakla ortadan bir delik açmıştı, rüzgarı hissedebilelim diye. Bir bulut deliğimize girip bizi oralardan alıp götürünce, bir tek o el sallamıştı ardımızdan.
Uyandığımda ağzımdan bir bulut çıktı, sonra senin suratına dönüştü, elime alamadım, ellerim yoktu . Seslenemedim, ağzım kapandı.
Farkettim ki, bedenimin üçte ikisi görünmüyor ve konuşamıyorum.
Kaleci değilim ki , intihar edeyim!
Ben şimdi oraya nasıl gideceğim?


Gidecek yeri kalmamışlarla sevişenler ! bu yazı sizin için yazıldı.

Kendi olma yorgunluğu

Deli'ye sormuşlar;
- ne taşıdın da, böyle yoruldun?
- düşüncelerimin ağırlığıyla yoruldum demiş.
Cevabı beğenmemiş olacaklar ki, kafasını oracıkta kesmişler.
Meraklı bir velet almış delinin kafasını, kesik yerden akan sıkıntıları kazımış,
altından hep yaşama hevesi çıkmış.
Deliye yeniden can vermek adına,
kendininkiyle delinin kafasını değiştirmiş.
Bedeni daha taze olduğundan delinin geçmişini taşıyabileceğini düşünmüş.
Deli hemen diğerleriyle misket oynamaya gitmiş.
Çocuk ise delinin mirasıyla oradan oraya savrulmuş, hayatın ızdıraptan başka hiçbir şey olmadığını anlayamadan, birileri kesmiş kafasını.
O zamandan beri oralarda bir çocuk bile büyümemiş.

Bunu sık sık düşünür ve özlerim.

Uyanınca yeni bir gün başlar, neler olur bilinmez. Odanın loşluğunda saklanıp
kaybolup gitmek, unutulmak istiyorsun.
Hayatın kıyısında, belki de hiç varolmadan yaşamın son noktasında buharlaşmak.
Özlediğin bir insan, yapmak istediğin bir şeyler olmadan , kimliğinin ve kişiliğinin bilinmek istenmediği boşluklarda süzülüp akan,
bazen bir ağacı ya da insanı tül gibi saran buhar. Sis bulutu.
Güneş yükseldiğinde, havaya karışıp yok olan, akşamın serinliğini bekleyip, yeniden ortaya çıkan bir bulut olup pencerenin aralığından dışarı süzülüvermek istiyorsun.
Bunu sık sık düşünür ve özlersin.

Mehmet Günsür

Temenni


Herşey sen olsa şu dünyada,
ve şu dünya olmasa, sen olunca !

O gittikten sonra, zamanda ilerleyemeyen ölümlü

5
yıldır
seni
bekliyorum.














Soterio evlerinde, ortayollarda,
çiçek çocuklarla üfleye üfleye
seni bekliyorum.
Ölümsüzler uğruyor bazen buralara,
halime üzülüp, gidiyorlar, ama ben onlarla gidemiyorum.
Ölümsüzlere sordum,
tunçtan yapılmış senin yüreğin.

Yer ve gök şahidimdir,
gözlerim düşene kadar seni bekleyeceğim.

Bir gün kavuşur isek,
göz yuvarlarına dalacağım,
yuvarlana yuvarlana akacağım,
ölümsüzlerin pınarına.